ESKŞEHİR'DE YAŞAMAK AYRICALIKTIR

ESKŞEHİR'DE YAŞAMAK AYRICALIKTIR

6 Mart 2014 Perşembe

YÖRÜKLER-İBRAHİM BİLEK

İBRAHİM BİLEK

Yörüklerin tarihine baktığımız zaman Eskişehir ili  yerleşim bölgeleri içinde yer almaz. Halbuki ilimizdeki bir çok yerleşim yeri adını bu boylardan almıştır ve bu beldelerde yaşayan insanlar Yörük (Türkmen) dir. 
Aslında Türkmenlerle Yörükler aynı soydandır. Nedense biz Türkmenliği, Türkmenler ise Yörüklüğü kabul etmeyiz. Adetler, töreler, gelenekler bir çok konuda birbiriyle örtüşür. Dilde aynıdır,farklılık ağızdadır. Benim adıma Yörükler ibiram der, Türkmenler irbeem…
Seyitgazi, Han, Çifteler ilçelerinin Peçene, Akdere, Karaağaç, Tonra köyleri dağların içinde ve ormanlık alanlardır.
Yörüklerin yaşamları, inançları, devlete olan bağlılıklarının sırrı, töreleri, savaşçı gelenekleri, neden dağların doruklarında yurt tuttukları gibi konular yüzyıllardır insanların ilgisini çekmiştir…
Evlerimizin duvarlarını taştan tavanlarını onlarca ağacı keserek yaptık. Düzgün çam ağaçlarını kesip yontarak yaptığımız tomruklar,  yirmi yada otuz santim  arayla duvarlara dizilir üzerine tahta döşendikten sonra  killi toprak serilirdi tavana, üç beş sıra. İlk sıra toprak serildikten sonra yuvakla (Büyük ve ağır silindir taş) sıkıştırılır daha sonra bir sıra daha toprak döşenirdi aynı yöntemle.
Dam başında (Çatı) çok yuvak çektim, yağmurlu günlerde.
Yağmur bizim için baharda bereket, hasat sonlarında ise eziyet demekti. Evlerimizin çatıları aktığında, akan yerlere tabaklar koyardı anamız. İyi yuvaklaşmamış yerlerden toprağa sızan yağmur suları şıpır şıpır inerdi tavandan. Evdeki hasır ve kilim ıslanmasın diye konan tabakların sayısını çoğaltır ve yerlerini değiştirirdik sürekli. Evdeki koşuşturmaca bana oyun gibi gelirdi. Babam hemen dam başına çıkar ve yuvaklardı toprağı.
Damlar (Hayvanların barınakları) yapılırken çatısı pek önemsenmezdi. Samanlıklar ve ambar (Tahıl deposu) yapılırken ayrı bir özen gösterilirdi. Depolanan samana birkaç damla su sızdımı olmazdı. Hele ambarlar evlerin tabanında kazılan çukurlara tahtadan yapılırdı…
Her samanlığın bodrumunda hızar atölyeleri bulunurdu. Bu bölümler sığınak gibi yerin altına kazılarak yapılmıştı ve sadece biz bilirdik. Ormancılar günlerce arasa bulamazdı. Tomruklardan tahta ve lata yapılırdı buralarda. Bıçkı dediğimiz iki kişinin kullandığı üç metre boyundaki testereler artık yok…
İlçede ağaç ve tahta satabilmek için gece yarıları yola çıkılır, sabah ezanından önce,Çifteler’e, Han’a, Seyitgazi’ye müşterilere  götürülürdü.
Bizim ora Yörüklerinin belalısıydı ormancılar. Ormancıların belalıları ise Efe dayı, Hulusi emmim, Sait emmi…
Gece yarıları tahta yüklü arabaları çeken doru atların hakkı ödenmez. Arabanın üzerindeki  emmimin ellerinde atlarının gemleri, Kucağında mavzer, mermi namluya sürülmüş gözler tetikte…Ekmek parası taşıyor doru atlar. Bir ormancı çıkıp ta “DUR!” dese aç kalacak ev ahalisi. Dinler mi emmim basar tetiğe yemin olsun…
Çocukluğumda en çok ormanın sesi ürpertirdi beni. O hışırtı, uğultu şimdi hiçbir müzik aletiyle yaratılamıyor.
Zamanla geçim derdi Yörüklerinde bildiği tanıdığı sözcükler arasında yer aldı. Göç başladı… Göç etmek, evini damını topraklarını bırakıp gitmek hiç yoktu törelerimiz arasında. Ama gel gör ki orman bitmiş, haşhaş ekimi yasaklanmış, hayvancılık karın doyurmuyor. Ne yapsın benim sülalem kaşını eğmiş ayrılmış köyden, şehirde ırgat olmaya doğru…

Yörükler beyliği dağda bıraktı. Ovaya indiklerinde okuyanlar okudu. Okumayanların kişilikleri, kimlikleri, genleri değişti; uysal sürülere dönüp kul oldular. Köyde bıraktıkları toprak çatılı evleri yıkılmamak için direniyorlar hala. Bağırlarında taşıdıkları tarih yok olmasın diye…Dağlar hep gözümde tüter. Ormanlarımızda artık duyamadığım o hışırtı  sağır eder kulaklarımı, yaylaların özgür çocuğunu ararken…

Hiç yorum yok: