İBRAHİM BİLEK
Yörüklerin tarihine baktığımız zaman Eskişehir ili yerleşim bölgeleri içinde yer almaz. Halbuki
ilimizdeki bir çok yerleşim yeri adını bu boylardan almıştır ve bu beldelerde
yaşayan insanlar Yörük (Türkmen) dir.
Aslında Türkmenlerle Yörükler aynı soydandır. Nedense biz
Türkmenliği, Türkmenler ise Yörüklüğü kabul etmeyiz. Adetler, töreler,
gelenekler bir çok konuda birbiriyle örtüşür. Dilde aynıdır,farklılık
ağızdadır. Benim adıma Yörükler ibiram der, Türkmenler irbeem…
Seyitgazi, Han, Çifteler ilçelerinin Peçene, Akdere,
Karaağaç, Tonra köyleri dağların içinde ve ormanlık alanlardır.
Yörüklerin yaşamları, inançları, devlete olan
bağlılıklarının sırrı, töreleri, savaşçı gelenekleri, neden dağların
doruklarında yurt tuttukları gibi konular yüzyıllardır insanların ilgisini
çekmiştir…
Evlerimizin duvarlarını taştan tavanlarını onlarca ağacı
keserek yaptık. Düzgün çam ağaçlarını kesip yontarak yaptığımız tomruklar, yirmi yada otuz santim arayla duvarlara dizilir üzerine tahta
döşendikten sonra killi toprak serilirdi
tavana, üç beş sıra. İlk sıra toprak serildikten sonra yuvakla (Büyük ve ağır
silindir taş) sıkıştırılır daha sonra bir sıra daha toprak döşenirdi aynı
yöntemle.
Dam başında (Çatı) çok yuvak çektim, yağmurlu günlerde.
Yağmur bizim için baharda bereket, hasat sonlarında ise
eziyet demekti. Evlerimizin çatıları aktığında, akan yerlere tabaklar koyardı
anamız. İyi yuvaklaşmamış yerlerden toprağa sızan yağmur suları şıpır şıpır
inerdi tavandan. Evdeki hasır ve kilim ıslanmasın diye konan tabakların
sayısını çoğaltır ve yerlerini değiştirirdik sürekli. Evdeki koşuşturmaca bana
oyun gibi gelirdi. Babam hemen dam başına çıkar ve yuvaklardı toprağı.
Damlar (Hayvanların barınakları) yapılırken çatısı pek
önemsenmezdi. Samanlıklar ve ambar (Tahıl deposu) yapılırken ayrı bir özen
gösterilirdi. Depolanan samana birkaç damla su sızdımı olmazdı. Hele ambarlar
evlerin tabanında kazılan çukurlara tahtadan yapılırdı…
Her samanlığın bodrumunda hızar atölyeleri bulunurdu. Bu bölümler
sığınak gibi yerin altına kazılarak yapılmıştı ve sadece biz bilirdik.
Ormancılar günlerce arasa bulamazdı. Tomruklardan tahta ve lata yapılırdı
buralarda. Bıçkı dediğimiz iki kişinin kullandığı üç metre boyundaki testereler
artık yok…
İlçede ağaç ve tahta satabilmek için gece yarıları yola
çıkılır, sabah ezanından önce,Çifteler’e, Han’a, Seyitgazi’ye müşterilere götürülürdü.
Bizim ora Yörüklerinin belalısıydı ormancılar. Ormancıların
belalıları ise Efe dayı, Hulusi emmim, Sait emmi…
Gece yarıları tahta yüklü arabaları çeken doru atların hakkı
ödenmez. Arabanın üzerindeki emmimin
ellerinde atlarının gemleri, Kucağında mavzer, mermi namluya sürülmüş gözler
tetikte…Ekmek parası taşıyor doru atlar. Bir ormancı çıkıp ta “DUR!” dese aç
kalacak ev ahalisi. Dinler mi emmim basar tetiğe yemin olsun…
Çocukluğumda en çok ormanın sesi ürpertirdi beni. O hışırtı,
uğultu şimdi hiçbir müzik aletiyle yaratılamıyor.
Zamanla geçim derdi Yörüklerinde bildiği tanıdığı sözcükler
arasında yer aldı. Göç başladı… Göç etmek, evini damını topraklarını bırakıp
gitmek hiç yoktu törelerimiz arasında. Ama gel gör ki orman bitmiş, haşhaş
ekimi yasaklanmış, hayvancılık karın doyurmuyor. Ne yapsın benim sülalem kaşını
eğmiş ayrılmış köyden, şehirde ırgat olmaya doğru…
Yörükler beyliği dağda bıraktı. Ovaya indiklerinde okuyanlar
okudu. Okumayanların kişilikleri, kimlikleri, genleri değişti; uysal sürülere
dönüp kul oldular. Köyde bıraktıkları toprak çatılı evleri yıkılmamak için
direniyorlar hala. Bağırlarında taşıdıkları tarih yok olmasın diye…Dağlar hep
gözümde tüter. Ormanlarımızda artık duyamadığım o hışırtı sağır eder kulaklarımı, yaylaların özgür
çocuğunu ararken…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder