ESKŞEHİR'DE YAŞAMAK AYRICALIKTIR

ESKŞEHİR'DE YAŞAMAK AYRICALIKTIR

20 Şubat 2020 Perşembe

boş dosya

ARATOS'UN ŞİİRİ

ARATOS'UN ŞİİRİ


Mevcut eserleri: iki kısa şiir ya da Phainomena adlı şiirinden iki fragman, heksametre ölçüsünde yazılmış; Knidos’lu Eudoxos’un astronomi üzerine düzyazısına (nesir) bir öykünme yazısı; başlıca Theophrastos’dan alıntılanmış, hava değişimleri üzerine Diosemeia başlıklı yazı. Eser, İskenderiye şiir ekolünün bütün karakteristiklerini taşır. Şiiri uzmanların dikkatini çekmiştir, örneği Hipparhos’un. Romalılar tarafından yüksek üne kavuşturuldu. Ovidius, Amores, i.15,16’da sözeder. Cicero, Caesar Germanicus ve Avienus bu eseri çevirdiler. Cicero’nun son iki yorum-çevirisi ve fragmanlar hala eldedir. Vergilius Georgica eserinde Prognostica’ya bir ölçüde öykünmüştür. Zeus’a açılış/başlangıç seslenişinden bir mısra, Aziz Paulus’un Havarilerin İşleri (Acta, xvii.28) eserinde alıntılanmış olması dolayısıyla ünlenmiştir.


https://vimeo.com/209350546


19 Şubat 2020 Çarşamba

KENT VE AYDIN


KENT VE AYDIN


Uğur Pişmanlık

Son 50 yıldır, dünya nüfusu giderek kentlerde toplanmaya başladı. Kentlerin sorunları da, kente dair tanımlamalar da artarak değişiyor. Kentte yaşamak kentli olmak ne demek, kentli olmanın getirdiği kimlik nedir, sorumlulukları nedir? Aslında bir bütün olarak bakıldığında bir kent sosyolojisi ile karşı karşıya olunduğunu belirtmek gerek.

Tanım: Kent
“Nüfusu, belli bir büyüklüğü ve yoğunluğu aşan, ekonomisi tarım dışı etkinliklerde yoğunlaşan ve kendi nüfusundan başka etki alanı içinde yaşayanlara da hizmet sağlayan yerleşimlere verilen ad.” (Anabritannica, 1992)
Ruşen Keleş, “Kent kültürü, siyasal, dinsel, sanatsal hoşgörüden/özgürlükten, laik düşünce ve demokrasiden, bilimsel bilgi ve nesnellikten oluşan bir bütünlüktür.” diye tanımlar.
Buna göre, kent kültüründe örf, adet, gelenek, görenek ve tüm bunları şekillendiren din olgusunun önemi azalmakta, dinsel özgürlük, sanat, bilim ve tartışmalar önem kazanmaktadır.
Neredeyse pek çok şeyin hızla değişime uğradığı son yüz yıl içinde kentin tanımının da, önemli değişikliğe uğradığı söylenebilir.
Kentler, (köy ve kasaba gibi kırsal yerleşimlere göre) üretimin ve iş bölümünün daha gelişkin olarak gerçekleştiği merkezlerdir. Bu anlamda kentlerde ekonominin belirleyici alanları olarak, daha çok sanayi üretimi ve hizmet sektörü ön plandadır. Bu alanlardaki temel dinamikler ise, mülk sahibi sınıflar ile işçi sınıfı ve emekçilerdir.
Kent ve aydınlanma kavramlarına tek tek baksak bile kaçınılmaz olarak, Bu kavramlardan bir bizi diğerine götürecektir.
Aydınlanma ve aydınların ortaya çıkışı da birçok şey gibi kentlerin varlığıyla doğrudan ilişkilidir.

Kent Uygarlıktır.
İçinde yaşadığımız sınıflı topluma ve kentlerine baktığımızda kentin bir uygarlıktan çok, acımasız bir canavar ve barbarlık olduğunu görürüz.
Çünkü kentin iki sahibi var, kentsoylu sınıf yani burjuvazi ile işçi sınıfı.
Dolayısıyla kent bu iki sınıfın iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel izlerini taşır ve yine bu sınıfların etkisi altında şekillenir.
 
Kentler, Sanayi ve Hizmet Üretim Merkezleridir.
Kapitalist toplumlarda kentler, ekonomisi daha çok artı değerin üretildiği rant alanlarıdır. Bu açıdan bakıldığında kentler, bir yanıyla sermayenin merkezidir. Diğer yanıyla da emeğin merkezlerini oluşturur. Dolayısıyla kent bu iki temel dinamiği; sermaye ve işçi sınıfını bağrında taşır.
Kent aynı zamanda, bu iki farklı ve çıkarları birbirine tamamen ters dinamiklerin mücadele alanını da oluşturur. Mülk sahibi sınıf (lar) ve mülksüzler!
Kent insanının ileriye doğru gelişmesi, kentli sınıflar arasındaki mücadelenin sosyo-ekonomik ve kültürel seyrine bağlı olarak gerçekleşir.

Bunu Belirleyen Temel Etmen İse Üretim ve Bölüşüm İlişkileridir.
Farklı sınıfların, yerleşik bir yaşam alanı olarak kentte bir arada yaşamaları, toplumsal ve tarihsel sürecin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkar. Her iki dinamikte, yaşama kültürlerini, yine kendi sınıf çıkar ve refleksleri doğrultusunda oluşturur. Dolayısıyla, kentin nesnelliği söz konusu iki dinamik üzerine şekillenir. 

Kent İnsanın Dönüştüğü Yerdir.
Aydın da, toplumsal dinamikleri içinde kentin öznelerinden biridir. Kent, kendi nesnelliği içinde sahip olduğu işleyiş mekanizmaları ve üst yapı kurumları aracılığıyla insanlar üzerinde değişim ve dönüşümü gerçekleştirir.
Aydınlar ise bu nesnelliği sorgulayan, tepki veren, reddeden ve bu tavrını, görev ve sorumluluğu içinde topluma sunan, onları aydınlatan ve tutum almaya çağıran bir görev üstlenirler. 



Aydın Olmak...
Cavit Orhan Tütengil, aydın olmak konusunda şunları söylüyor:
“Aydın olma konusu üzerinde durulmalıdır. Hiçbir diploma aydın olmanın belgesi değildir. Aydın olmak;  bir eğitim ve öğretimle birlikte, bir dünya görüşü olmak, bir yarın umudu taşımak ve idealleri olmak, kişisel çıkarlarını bir yana bırakarak yurt sorunlarını kendine dert edinmek, onlara çözüm yolları aramak özelliklerini gerekli kılmadadır.
İdealsizlikle savaşmak, sorumluluk düşüncesi, büyük sanata yönelmesini beklediğimiz sanatçılarımız için de başta gelmesi gereken hedeflerdir. 
Yurdunu sevmek, halkını sevmek, nutuk vermek, evini kilimle döşetmek, ilgi bekleyen sorunları bir yana itmek ve gerçek dışı bir dünyada yaşamak demek değildir”


Kentin Aydınları Dendiğinde Ne Anlıyoruz?
Her avukat, doktor, mimar, mühendis, gazeteci, yazar, şair, ressam ve öğretmen ile akademisyen yaşadığı kentin aydını sayabilir mi?
Bu sorunun yanıtı tereddütsüz hayırdır.
Çünkü aydın olmanın ön koşulu, üretmektir ve yaşadığı kente, kent insanına karşı bir tutarlılık içinde sorumlu olmaktır. Kentin ve kent insanının yaşamını, ileriye doğru değişime ve dönüşüme uğratacak entelektüel çaba içinde olmaktır.

Aydın düşünen ve üreten insandır.
Afşar Timuçin, aydının bilgiyle birlikte eylemle anlam kazandığına dikkat çekiyor:
“Aydın insan sadece bilgili değil, bilgili ve etkin insandır. Bilginin tek başına dönüştürücü gücü yoktur.
Bilgiye, dönüştürücü özelliğini kazandıran şey aydının etkili olmasıdır.”
Kentin ve kent insanının dönüşümünün ön koşullarından birisi de, kent aydınlarının varlığıdır. Birçok alanda-konuda olduğu gibi her kent kendi aydınını yaratır ve yaratmalıdır.
Aydını olmayan kentte, ileriye doğru toplumsal değişim ve dönüşümden söz edemeyiz.
Kentin toplumsal anlamda aydınlanması, kentin aydınlarının, kültürel, sanatsal, düşünsel ve siyasal üretimleri ile bunları gerçekleştirebilme çabalarına bağlıdır.
Kent aydının temel sorumluluğu; üretmek, paylaşmak, aydınlatmak ve değişimin öncüsü olmaktır.
Kent insanının duyarlılıklarının açığa çıkartılması, kültürel, sanatsal ve siyasal açıdan gelişmesi, sorunlar karşısında sağlıklı bir tutum alabilmesi, aydın çabaları ile gerçekleşebilir ve anlam kazanır.

Aydın Tutumu ile Siyasaldır, Siyasal Olmak Zorundadır.
Siyaset, aydının kendisine, yaşadığı kente ve ülkeye ve en önemlisi insanlığa karşı taşıdığı sorumluluğa içkindir. Platon’un dediği gibi, “Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç cahiller tarafından yönetilmektir.”
Kent aydını, kent yaşama kültürü ve bilincinin oluşmasında da topluma örnek olurken, kent ve kent insanlarının temel sorunları konusunda da öncü bir rol üstlenir.
Aydının bu tavrının sadece kentle sınırlı olmadığını da eklemek gerek. Aydın, üretimini düşünsel, sanatsal, kültürel, siyasal ve bilimsel alanlarda gerçekleştirir.
Her aydın üretimini, bulunduğu ya da ilgilendiği alanların araçları ile kendi alanına ilişkin araçlarıyla ortaya koyar. Kimi bilimsel yayınlarla, kimi şiir, öykü ve romanlarıyla, kimi resim, karikatür, müzik, sinema, tiyatro ve fotoğraflarla ya da siyasal düşünce ve eylemleriyle...
Kent insanı, ülkenin ekonomik, sosyal yapısının ve onun ideolojik belirlenimi altındadır. Kentin kendi dinamikleri ise, nesnel olarak siyasal ve ideolojik bir zemine oturur.
Toplumsal, dönüşümün seyrini belirleyen temel dinamiklerden biri de işçi sınıfıdır. Bu değişim ve dönüşüm sürecinin entelektüel dinamiğini ise hiç kuşkusuz kentin ilerici nitelikteki aydınları oluşturur.
Kapitalizmde kent, kentin (karşıtlık oluşturan) bütün dinamikleriyle birlikte vardır. Dinamikler arasında süregelen mücadele, kentin ileri-geri değişimlerin yaşanmasına neden olur.
Kentin toplumsal, siyasal ve kültürel değişim ve dönüşümleri söz konusu karşıtlıklar içindeki dinamiklerin mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Aydın, Kimliği Gereği, Zorunlu Olarak Çağdaş Bir Dünyanın Sözcüsüdür.
Kent, insan için daha çok entelektüel beslenme ortamı sunar. Ancak bu beslenmenin yarattığı birikimin yeniden üretilmesi için pratikte bir karşılığı olması gerekiyor. Bu da bilgi birikiminin yanına bir de deneyim kazanmayı gerektirir. 
Fậrậbi, “En yüksek iyilik, en büyük yetkinlik kentte yaşamakla elde edilir. Kentten aşağı topluluklarda elde edilmez” der. Buna göre kent, aynı zamanda entelektüel düşün merkezleridir. Kent, bilim ve sanatın üretildiği, düşüncenin geliştiği merkezlerdir.

Her Kent Kendi Aydınını Oluşturur.
Feridun Andaç, “Kentleri anlamak için yaşamak yetmez, yazmak da gerekir...” diyor.
Her kentin kendi aydınını, o kentte yaşayan resim, müzik, edebiyat, sinema, fotoğraf vb. kültür-sanat alanları ile politika üreten insanlar oluşturur.
Daha geniş anlamda, yaşadığı kent ve ülkenin ileriye doğru değişmesi yönünde düşünce üreten ve bunları yaşamın pratiğine dökmeye çalışan her birey birer aydın sayılabilir.
Kent bir nesnelliktir. Bir nesnellik olarak kenti, ekonomik süreçler dışında dönüşüme uğratacak olan özne aydınlardır.
Aydın, kentin entelektüel üretim süreçleri içerisinde yer alır. O,  bu sürecin hem nesnesi hem de öznesi durumundadır.
Kent aynı zamanda, farklı sınıf, kültür ve yaşayışlarından kaynaklı olarak, farklı görüşlerin çatışma alanındır.
Aydın mı kentin ürünüdür yoksa kent mi aydının bir ürünüdür? Kentin aydını dönüştürücü bir yanı da vardır. Kent ve aydın; her ikisi de değişim ve dönüşüme açıktır, açık olmalıdır. Kent de, aydın da dönüşemediği zaman; kent kent olmaktan, aydın da aydın olmaktan çıkar. Kent de, aydın da dönüştüğü ve dönüştürebildiği oranda var oluş özelliklerini korur.
Kent ve kentin toplumsal yaşamı, kent aydınına kimi sorumluluklar ve görevler yükler.
Kentli olmak aydın olmak anlamına gelir mi ya da kentli olmak, aydın olmak için yeterli midir? Ya bunun tersi; aydın olmak için kentli mi olmak gerek?
Kent ve aydın. Aslında her ikisi de birbirinden beslenen kavramlar.  Bu sadece teorik olarak değil nesnellikte de böyle. Kentle aydın arasında karşılıklı dönüştüren, üreten ve tüketen bir ilişki bulunmaktadır.
Yaşayan bir organizma olarak kent nesnelliğinin entelektüel üretim süreci içinde etkin olan aydının öznel dönüştürücü gücü bulunduğu (dur) bir gerçektir.

Kent Aydınlanmadır.
Bugüne kadar kenti kent yapan birçok olgu sayıldı:
Planlı kentleşme, alt yapı, modern yaşam alanları, üretim ve bölüşüm ilişkileri.
Elbette bir kent tanımı yaparken bunları da kullanıyoruz.
Ancak günümüzde bu yetmiyor.
İyi kötü her kentin elektrik, yol, su, kanalizasyon, iletişim, kaldırım, trafik lambaları, aynı projeden üretilmiş gibi yüzlerce, binlerce birbirine benzeyen binaları, yine tip proje kamu yapıları vs. vs. var.
Bugün kent dediğimiz zaman anlaşılması gereken şey, sadece bu ve benzer unsurların varlığından çok kentteki entelektüel üretim ve bunu gerçekleştirenlerin varlığı, niteliği.
Örneğin kentteki tiyatro, sinema, sergi salonlarının, sanat atölyelerinin varlığı ile yine bu alanlarda hem üreten hem de tüketenlerin nitel ve nicel durumu:
Kentte, ne kadar ressam, fotoğrafçı, tiyatro sanatçısı var, kaç öykü yazarı, şair ve romancı ile bilimsel konularda yazan akademisyen var?
Kentte yılda kaç sergi açılıyor, kaç oyun sahneleniyor, yılda kaç film izleniyor, ne kadar gazete, dergi ve kitap okunuyor?
Kentte yayınlanan entelektüel dergilerin sayısı kaç?
İşte bütün bu sorulara verilecek yanıtlar bir yerleşimin bir kent olup olmadığını ortaya koyuyor.
Tabi bu aynı zamanda, içinde yaşayanların ne kadar kentli olduğunu da göstermektedir.
Bir de bu entelektüel üretim kimin elinde, üreten kim için, ne için üretiyor sorularına da yanıt vermek gerekiyor.
Cengiz Bektaş, “Kent insanın insan olduğu yedir.” diyor.
Buna göre ne kadar aydınsak o kadar kentliyiz. Ne kadar kentliysek o kadar insanız demektir.

Kentli Önce Aydındır
Şeyhmus Diken, aydın ve kent kimliğinin neredeyse özdeş olduğuna dikkat çeker:
“Kentli olmayanın aydın olmadığı ve aydın olmayanın da kentli olmayacağı vurgusu vardır.
Kent, burjuvazinin devrimci döneminin muhteşem eseridir.
Avrupa merkezli olan devrimci burjuvanın (burjuva ilk çıkış döneminde özgürlüğü ve eşitliği savunduğu için devrimciydi) kentçi dokusu ilerici bir karakterdedir.
Kentte doğmuş olmak, lüks dairelerde oturmak, parayla sınıf atlamak kişiyi kentli yapmıyor.
Kentli olmak bilinçtir, farkındalıktır. Kent kimliğini oluşturan geçmişteki değerler ve mücadelelerdir.”
Sonuç olarak, yaşadığımız kentleri ya da ülkeyi terk etmeyeceğimize ve ülkeden kaçmayacağımıza göre, kentte olmak, kentli olmak ve sorumluluklarımızın bize yüklediği çabaları ortaya koymak gerekiyor. Günümüz kentleri artık aydını ve aydınlanma çabasıyla kent olmak durumundadır. Aydın yoksa kentte yoktur.
Bu yüzden her kent kendi aydınını yaratmak ve genç kuşakların aydın bir nitelik kazanması için gerekli altyapının oluşmasını sağlamak gereklidir. Günümüz aydınının belki en önemli sorunu ve misyonunun, bir gelenek, bir miras oluşturamamak noktasında olduğu söylenebilir. Genç aydın adaylarına, varsa bir gelenek ve miras bırakırsınız. Yoksa aydınlanma çabaları köksüz kalır. Aydınlık bir ülke ancak, kentlerdeki aydınlanma mücadeleleri ile kurulabilir. Eşitsizlikleri, çelişkileri, sömürüyü, ortadan kaldıracak ve özgür bir toplumsal yaşamın önünü açacak bir değişim ancak ilerici amaç ve çabaların ürünü olabilir.
Eşitlik ve özgürlük savunusu olmadan aydınlanma olmaz. Eşitlik ve özgürlük kapitalizmin doğasına aykırıdır. Eşitlik ve özgürlük gibi aydınlanma da kent aydının temel görüşlerini oluşturur.
Ancak burjuvazinin aydınlanma çağı sona ereli bir hayli zaman oldu. Yaklaşık 150 yıldır aydınlanmayı Marksizm temsil ediyor. Bugün dünyanın her köşesinde aydınlar, emperyalizmin gerici saldırısına ve liberal dalgasına karşı ideolojik, kültürel ve siyasi mücadelelerini sürdürmektedir. Geleceği aydınlığa taşıyacak olan da, bu ilerici aydının toplumsal dünya görüşüdür.


* Anabritannica Ansiklopedisi, cilt 13, sayfa 183, Ana Yayıncılık, 1992-İstanbul


Bu yazı, 8 Haziran 2008 tarihinde Felsefeciler Derneği Mersin Şubesi’nin düzenlediği “Aydınlanma ve Felsefe” konulu panelde konuşma olarak tarafımdan sunulmuştur.