Dünyanın en uzun süre yaşayan insanlarından birisi Zaro Ağa’dır.
Bitlis- Mutki’de 1777 yılında
hayata gözlerini açan Zaro Ağa, 157 yıl ömür sürdükten sonra, 1934’te
İstanbul’da yaşama gözlerini yumar. Uzun yıllar hamallık ve inşaat işçiliği ile
yaşamını kazanan Zaro Ağa, son yıllarında İstanbul Belediyesi’nde hizmetli
olarak çalışır.
Yaşadığı süre içinde Ortaköy
Camisi ve Üsküdar’daki Selimiye Kışlası’nın inşaatına yaptığı katkıdan başka
geriye bir şey bırakmayan Zaro ağa, uzun ömürlü oluşundan kaynaklanan özelliği
yüzünden Avrupa ve Amerika’da gezdirilir, ‘uzun yaşamanın sırları’ onun
dilinden insanlara anlattırılır…
Padişah I. Abdülhamit, III.
Selim, IV. Mustafa, II. Mahmut, V. Murad, II. Abdülhamit, Mehmet Reşat ve
Vahdettin dönemlerini yaşayıp ‘eskiten’ Zaro Ağa, Cumhuriyet’in ilk yıllarını
da ‘dolu dolu’ yaşar. Bu ‘doluluk’, nefes alıp vermeden ve günlük nafakasını
çıkarmadan öte bir doluluk değildir elbet. Örneğin, onca uzun ömrüne rağmen,
Zaro Ağa’dan, yaşadığı dönemlere ilişkin yazılı bir belge bile kalmamıştır.
Oysa, Türk gezi edebiyatına
‘Seyahatname’yi kazandırarak ortaya bir ‘başyapıt’ çıkaran Evliya Çelebi, Zaro
Ağa’nın yarı ömründen daha az yaşam sürmüştür. Çocukluğunda babasından ve
yakınlarından dinlediği öyküler, söylenceler ve masallardan kaynaklanan gezi
isteği, 71 yıllık ömrüne, 17. Yüzyılın Orta Avrupa, Balkanlar, Anadolu,
Kafkasya, Kırım, Arabistan ve Mısır’da yaşayan halkların yaşayışını
sığdırmasına yetmiştir.
Zaro Ağa’nın bunca uzun süre
yaşamasına ve bunca toplumsal değişimi ‘görmesine’ rağmen, birey olarak o
değişime katkı sağlayamaması, bizlere bıraktığı ‘miras’ın ‘uzun ömürlü
oluşuyla’ sınırlı kalmasına yol açar.
Uzun ömürlü, ama bilgili ve
toplumsal değişimin- dönüşümün içinde yer alan birçok insan için kullandığımız
‘çınar’ deyimi onun için geçerli değildir. Bir Rıfat Ilgaz, bir Zihni Anadol,
yakın geçmişin birer çınarlarıydı. ‘Çınar’ oluşları, sadece yaşça başça büyük
olmalarından değil, ‘faydalı’ oluşlarından kaynaklanıyordu.
‘Çınar’ tanımlaması boşuna
değil.
Neden ‘Kavak’ değil de, çınar?
Faydalı oluşundan, toplumsal
değişimi hızlandırıcı rollerinden ötürü… Müdahaleci bir kimliğe sahip
oluşlarından, yaşadıkları dönemin tanıklığını yapmalarından dolayı…
* * *
Çınar, ‘faydalı’ bir ağaç.
Hava kirliliğine ve hastalıklara
dayanıklı olduğundan daha çok, büyük şehirler ve sanayi merkezlerinde
yetiştiriliyor. Hiç değilse, odunundan; alet sapları, fıçı, çit kazığı, mobilya
olabiliyor. Tanen içeren kabukları da halk arasında kabız yapıcı ve ateş
düşürücü olarak kullanılıyor.
Deri değiştiren bir ağaç çınar.
Deri değiştirirken, kabuğu zehirli maddeleri emerek karardığından, parça parça
dökülürken hem havadaki kirliliği yok ediyor, hem de bu kabuk değiştirmeyle
kendisine ‘yeni giysiler’ çoğaltıyor.
Bu ‘faydacılığı’ ile, toplum
içinde yer etmiş, bilgisi ve görgüsüyle örnek olmuş, kısacası ‘boşuna
yaşamamış’ insanlara isim olan çınar ağacı, uzun ömrü boyunca birçok olaya da
tanıklık eder.
17. Yüzyılda (4- 8 Mart 1656),
İstanbul’da bir Yeniçeri ayaklanması yaşanır. Sarayı kuşatan Yeniçeriler, IV.
Murat’ı ayak divanına çağırıp, bazı devlet ileri gelenleri ile saray
ağalarından oluşan otuz kişinin kellesini
isterler. Sultan İbrahim’in öldürülmesinden sonra ‘iç ağalar’ ile ‘ocak
ağaları’ arasında başgösteren
sürtüşmenin sonucudur bu. Yeniçeriler, amaçlarına ulaşır ve otuz kişi
Atmeydanı’ndaki çınar ağacına asılır. Dallarına cesetlerin asıldığı çınar
ağacı, meyveleri insana benzeyen efsanevi ‘vakvak ağacı’nı çağrıştırdığı için,
tarihte olay ‘Vaka-i Vakvakiye’ adıyla da bilinir.
Tarihte, çınarların tanıklıkları
bitmez.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk
başkenti olan Bursa’daki ünlü çınarlardan biri de, ilginç bir söylencenin ‘baş
aktörü’ olan ‘Ulufe Çınar’dır. Sultan I. Murat, erkek çocuk doğurarak, orduya
asker kazandıran bütün analara maaş bağlatır.Bir gün padişahın huzuruna çıkan
bir kadın, erkek çocuk doğuramadığını, ancak diktiği çınar ağacının da bir oğul kadar değerli olduğunu söyler.
Söylence bu ya, padişah da bu kadına maaş bağlanmasını buyurur. Bursa başkent
olduğu sürece, askerlerin maaşları (ulufeleri) hep bu çınarın altında
dağıtılır.
Eskişehir’e geldiğinizde yolunuz
Hamamyolu’na düşerse, şehrin ilk yerleşim bölgesi olan Odunpazarı’na doğru yol
alırsanız, yüzünüzü sola çevirip baktığınızda sizi ulu bir Doğu Çınarı
(Platanus Oriantalis) selamlar. Bu yıl 200 yaşına giren bu ‘doğal anıt’ için,
1998 yılında bir ‘yaş günü’ gerçekleştirilmişti. Odunpazarı Belediyesi eski başkanlarından
Ayhan Boyer, ulu bir pasta yaptırıp, ‘koruma altına alınan’ bu çınarın 184. yaş
gününü kutlamıştı. Amacı, bu ulu çınara sahip çıkmak, topluma böyle bir
‘değeri’ anımsatmak, sahip çıkılmasını sağlamaktı. Dünyada yaş günü kutlaması
yapılan tek çınardır belki de bu. Hemen dibinde, yaşlıların uğrak yeri olan
oturak ne olduysa yaş gününden sonra kaldırıldı. Demir parmaklıklarla koruma
altına alınarak ‘faydalılığı’ artık yaşlıların dinlenmesi için değildi... Hemen
yanına kurulan çay bahçesi, onun gölgesini
özelleştirmiştir artık. “Paran varsa gölgede oturabilirsin” denmekteydi.
Uzun yılların tanıklığında, yeni dünya düzeninin özelleştirme furyasından böyle
bir nasip almıştı, Eskişehir’in Doğu Çınarı… Ama yine de başkanın yaklaşımı
bize ulu çınarı anımsatmaya yetmişti.
Zaro Ağa gibi ‘bilinçli’
tanıklığın yanında, çınarların bu ‘bilinçsiz’ tanıklığı yeğlenir mi bilmem,
sermaye düzeninin hapislikler, gözaltılar ve baskılarla ‘öğüttüğü’ Nâzım
Hikmet, Rıfat Ilgaz, Zihni Anadol ve daha niceleri Anadolu’nun gerçek
çınarlarıdır. Uzun yıllarda çınar olmak, tanıklık kadar, müdahaleci ve yaratıcı
olmayı gerektirir çünkü…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder